Bir Kuş Misali…

SERKAN CANER
3 min readMay 30, 2021

Üniversitenin ilk haftalarında çok fazla sıkılıyordum ve bir şeyler yapmam gerekiyordu. Üniversite havasını nasıl ruhuma nüfuz ettirecektim? Benim için en iyi yol süreyi uzatmaktı ve hazırlık ile başladım. Her şey rayında ilerliyordu; çimlerde gitar çalıp şarkı söyleyenler mi dersin yoksa yapılan bir sürü birbirinden güzel eğlenceler mi etkinlikler mi dersin hangi birine yetişecektim bilemiyordum. O kadar zorlanıyordum ki biri bitiyor diğeri başlıyordu demek isterdim ama bunların hiç biri ne yazık ki olmadı. Oturabileceğimiz yeşil alandan çok nohut ekebileceğimiz alabildiğince kahverengi bir örtüye sahiptik. Ciddiyim!

Enerjimi atabileceğim bir ortam arıyordum. Aradım aradım aradım. Bir kaç topluluğa katıldım yeni kişilerle tanıştım. Yeni dediğime bakmayın isimler farklı ama fikirler aynı ve sabitti. Yeni bir görüşe sahip olmama fayda sağlayacak bir kişi bulamadım. Derin bir nefes aldım ve yukarı baktım. Sonu görünmeyen dağlar vardı.

Nohutlu Tepesi, Yozgat

Zirvede ne vardı? Peki o dağın arkasında neler vardı? Rüzgarın sesi nasıldı? Bir sahilde gün batımını değil de dağın zirvesinde gün batımını seyre dalmak nasıl bir duygu olacaktı? Hiç bir insanın olmadığı varsayımını yaparsam, başka ne ile karşılaşabilirdim? Tilki, kurt, yaban domuzu, tavşan, kaplumbağa, yılan, kurbağa, kartal, şahin, atmaca, yemiş kargaları, yavru tilkiler…

Kurt ve yaban domuzu hariç diğerleriyle karşılaştım ve bu ikisiyle karşılaşmayı da pek istemem. Her biri apayrı güzel ve özeldi. Yavru tilkilerin savunma amaçlı bağırmaları çok heyecan vericiydi ve bir o kadar da korku veriyordu çünkü biricik annesi en doğal hakkı olan savunma içgüdüsüyle harekete geçecekti. Haliyle ortamdan hızlıca uzaklaştım. Zaten biz insanlar bu dünyaya istilacı olarak geldik, bu apaçık ortada; yaktık yıktık yok ettik ama bu konuya şimdilik girmeyeceğim. Dünyanın en yüksek zirvesine tırmanmadım ama sahip olduklarımın zirvesine çıktım belki de dünyanın zirvesine doğru gitmeliyim. Aklımın estiği yerde olmalıyım…

Dağcılık beni çok rahatlatan bir aktivite oldu; ucu bucağı görünmeyen bulutların içinde kaybolan diğer dağların eşliğinde bilinmeze doğru bir yolculuk o kadar çok güzel ki yaşamadan bilinmeyecek bir şey. Hiç bir zaman kendime sınır koymadım neden koyayım ki? Hep bir adım öteye gittim tırmandım, indim, çıktım, düştüm, kalktım ama hep bir adım öteye gittim.

Yorulmak kadar güzel var mı?

Bütün negatif enerjimi atabiliyorum, kas ağrılarının verdiği uyku hali, damaktaki kuruluğun verdiği hisle yudumlanan ilk su, yatağa yattığında bir daha kalkamayacakmış hissine kapılmak ama sabah olduğunda yepyeni bir güneşin ilk ışığıyla güne enerjik uyanıp öyle devam ettirmek. Artık her hafta sonu çadırımı alıp dağlara koşuyordum. Koşuyordum dediğime bakmayın nefes nefese kalıyordum ve bacaklarım isyan ediyordu. Kendime; yeter artık deli misin sen bu ne böyle der gibiydim. Yetmez! Her zaman ileri gitmem gerekiyor çünkü ben buyum, yorulsam da devam edeceğim, düşsem bile kalkacağım, önüme engeller çıksa bile aşacağım. Bu dünyaya bir kere geldim ve yerimde duramam ve tüh yaaa keşke yapsaydım diye geçmişe takılamam. Aklımın estiği yöne gideceğim.

Hayat kimseye eşit davranmıyor ama bu böyle diye de dert odağı olmanın bir manası yok. Şansınız varsa deneyin keşke yapsaydım demeyin.

ŞEHİTLER TEPESİ, YOZGAT

Ve biliyor musunuz; bireysel olarak bu yazıya tam 50 tane alkış atabilirsiniz. Keşke alkış atsaydım dememek için hala vaktiniz var.

Bir sonraki benle görüşmek üzere.

https://www.linkedin.com/in/serkan-caner/

--

--

SERKAN CANER

Bilim, doğa ve hayvanları seven; hakkıyla Tübitak projesini tamamlamış hümanist bir Moleküler Biyolog